27 Temmuz 2012 Cuma

Fatmagül'ün Suçu Ne !!

Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren Saat oynadıkları dizilerde bölüm başına 50 bin TL para alıyorlarmış. ABD'deki dizi oyuncularının aldığı rakamın yarısının yarısıymış bu para. Bu yüzden haberin başlığı da şöyle olmuş: 'Sanki Sakız Parasına Çalışıyorlar' .

Şimdi bir hesap yapalım; öhöm.
4 senelik üniversite mezunu, kimi zaman master'lı, 2 yabancı dil bilen, ortalama 3-4 senelik iş deneyimi olan, standart bir kurumsal firmada çalışan gencin aylık maaşına ortalama 2.500 - 3.000 TL diyelim.

Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren Saat'in aylık maaşı: bir ayda 4 bölüm çekiliyorsa, 200.000 TL
Yani; Kıvanç ve Beren'in maaşı, standart gencin maaşının: 200.000 / 2500 = 80 katı.

Yani standart gencin Kıvanç veya Beren'in bir ayda aldığı parayı alabilmesi için 6,6 sene çalışması gerekiyor.

Bu bir haber olsaydı, başlığı ne olurdu?
Hadi alternatifler düşünelim;

'Gençler çalışmak için neredeyse üstüne para verecekler'
'Gençler beleşe çalışmayı niye bu kadar çok seviyor?'
'Gençler artık parasız çalışıyor!'
'Artık parasız çalışan gençler, mesaiye kalmak isterlerse saat başına ücret ödüyorlar'


26 Temmuz 2012 Perşembe

Alışkanlık falan..

Bir insana alışmak çok ince bir çizgi. Anlamıyorsun bile ne ara, nasıl alıştığını. Bazen de tam alıştığını sanıyorsun, sonra bir bakıyorsun ki yok ııh henüz değil. Alışmaktan kastım, rahat etmek onlayken, konuşacak birşey bulmakta zorlanmamak, her ağzından çıkana, her yaptığın harekete fazla kafa yormamak, arkadaş olmak sevgililiğin yanında, en önemlisi de yanındayken hissettiğin tatlı paniklerin, heyecanların yerini huzura, mutluluğa, biraz da gevşekliğe bırakması.
Alışmanın bazen çok tatlı bazen de kötü yanları olabiliyor. Önce kötü yanlarından başlayayım; ilk zamanlarda parmakların kopana kadar mesajlaşmak için elinden düşürmediğin telefon artık yanında sakin sakin durmaya başlıyor. Çok özenle seçtiğin kelimelerini artık o kadar da ince eleyip sık dokumuyorsun. Başlarda herkesten gizlemenin verdiği heyecan, artık herkesin bilmesiyle sona eriyor. İlk elele tutuşma, ilk öpüşme, ilk seni seviyorum'un flashback'leri o kadar sık gelmiyor. 
Tatlı yanları ise şöyle ki; bir ilişkinin başında hissettiğin mide krampları, kalp çarpıntıları azalıyor ama tam sen de artık bunlardan biraz yorulmuşken. Oh be diyorsun, onları da yaşadım, şimdi en güzel, huzurlu, tadını keyifle çıkarabileceğimiz zamanlara geldim. Yine buluşmadan önce güzelleşiyorsun, ama ilk buluşmalarda kırk tane kıyafet denerken, artık biraz daha rahat davranabiliyorsun, bir giydiğini ikinci kez giyerken çok takılmıyorsun. Karşındaki insanı artık biraz daha tanıdığın için kavrıyorsun neden o hareketi yaptığını, ya da neden o sözü söylediğini. Anlamlandırabiliyorsun, üstünde fazla durmuyorsun ufak şeylerin. İlk başlarda beraberken sadece flörtöz konuşmalar yaparken artık daha ciddi, daha uzun muhabbetler yapabiliyor, aralarına da flörtü katıyorsun. Plan yapıyorsun, şunu yapalım, buraya gidelim diyorsun, biz demeye başlıyorsun. Hayatındaki ufacık değişikliği, olayı hemen onunla paylaşmak istiyorsun, aslında işin özeti sevgili-arkadaş oluyorsun.
İlişkilerin en başları tabii ki çok güzel, çok heyecanlı ama sanırım ben part 2'yi daha çok seviyorum. Yeter ki bu part mümkün olduğunca uzun sürsün, hatta mümkünse hiç bitmesin.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Bu Aralar Hazzettiklerim Vol. 1

Dut ve incir yemek, vişne likörü yapmak, taze böğürtlenle yapılabilen içki karışımları araştırmaktan;
Her sabah heyecanla öğle arasında ne yapsak programı yapmaktan;
Evin pencerelerini açıp, püfür püfür esen rüzgarlı odada uyumaktan;
Pazar günü sabahtan tek başına havuza gidip, en güzel yeri kapıp, kitap okumak, yemek yemek,
yüzmek, uyumak dörtgeninde akşama kadar takılmaktan;
Günün en sıcak saatinde sevgiliyle evde serin serin film seyretmekten;
Tatil programı yapmak, tatil alışverişi yapmak, tatili düşünüp heyecanlanmaktan;
Her sabah ilk muhattap olunan kişinin, portakal suyunun soğuğundan seçip veren güleryüzlü büfeci olmasından;
Üstüste iki gün spora gittikten sonra yaşanan haz duygusundan;
Mad Men, Prison Break ve Alcatraz'a yeni başlayıp biriken bölümleri art arda izlemekten;
Yemek bloglarında gezinmekten;
Draw Something oynamaktan;
İki haftada bir ritüel haline gelen Yuduw yemeği için yeni mekan araştırmaları yapmaktan;
Artık yakın olduğum insanları mutlu insanlar arasından seçtiğimi farketmekten;

bu aralar pek hazzediyorum.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Are they too comfortable or are we out of our minds?

Dün bir arkadaşımla konuşurken şunu tekrar farkettik ki, bazı insanlar gerçekten çok umarsız, rahat, hatta biraz da bencilce yaşıyor insan ilişkilerinde.
Bizse tam tersi pimpirik, heyecanlı, 'aman ayıp olmasın' lı yaşıyoruz sürekli. Birisi bizden bir haber mi bekliyor, aman hemen verelim. Üç dört kişilik bir kadın sohbetinde laf mı tükendi, aman muhabbeti canlı tutalım, hemen yeni bir topic bulmaya çalışalım; önümüzdeki kadın dolmuşta mısır yiyor, biz ağzımızdaki sakızdan acaba oruçlulara ayıp olur mu diye düşünüyoruz. Yok ona şunu dersem bozulur mu, yok buna bunu ne şekilde desem de ayıp olmasa..
Sonra da n'oluyor, birileri gayet umursamaz gayet rahat ağzına geleni söyleyebiliyor, 'ben sana üç saat sonra bildiririm yarın ne yapacağımızı' diyebiliyor, susuyor, kahvesinden yudumluyor, duraklayan muhabbeti açmaya uğraşmıyor bile, nasılsa karşısındaki herşeyi kendi sorumluluğunda zannedip bu görevi onun için üstlenecek.
Bizim için çok yorucu, karşı taraf için ise çok rahatlatıcı, fazla ince düşünmek zorunda kalmayacağı insan ilişkileri çıkıyor böylelikle ortaya. Peki niye böyle yapıyoruz? Karakter, aile bilmiyorum. Psikolojik bir irdelemeye girilirse kesin bir sürü şey çıkar altından ama bu durumun en fena tarafı da, kendimize bizim davrandığımız gibi davranılmadığında bozuluyoruz bir de.. Ben en basit şeye bu kadar kafa yorup doğru davranmaya çalışırken karşımdaki nasıl olur da düşünmez bunları diye.
Ha buradan, kime neye göre doğru deyip bambaşka bir kendi kendime tartışma konusu da açabilirim ama yoruldum sabah sabah, hadi yetti bu kadar iç hesaplaşma, sevgiler.

17 Temmuz 2012 Salı

Bu Aralar Hazzetmediklerim Vol.1

  • Hoşlandığı çocuktan bahsederken çocuğun daha ismini söylemeden çalıştığı mevkiiyi ve araba markasını söyleyen kızlardan;
  • Telefon açıp müsait misin falan diye sormadan hayatında son birkaç günde neler olduğunu anıları ile de pekiştirerek en ince ayrıntısına kadar anlatanlardan;
  • Sigara içmiyorum ayağı yapıp her gün düzenli olarak iki sigara otlananlardan;
  • Mantığı iki tarafın birbirini tanımaya çalışması olan ilk buluşmada, sürekli kendinden bahsedip karşısındakine tek bir soru sormayanlardan;
  • Minibüste parasını şoföre göndertmek için omuzdan dürtenlerden;
  • Metrobüsteki haftada bir duş yapan yurdum delikanlılarından;
  • Spor salonunun soyunma odasında çırılçıplak gezinen ve acaba biz diğer kızlar onun vücudunun en ince ayrıntılarını görmekten rahatsız olur muyuz diye düşünmeyen teşhirci kızlardan;
  • Gözünün içine bakmadan konuşan insanlardan;
  • Son zamanlarda her yerde türemiş ve gördükleri anda üzerinize doğru depar atarak gelen sosyal sorumluluk kuruluşları çalışanlarının tacizlerinden;
  • Bacaklarının şekline şemaline bakmadan don modeli şort giyen kızlardan;
  • Beyaz gömleklerinin içinden gözümüzü alan beyaz atletlerini esirgemeyen erkeklerden
         bu aralar pek hazzetmiyorum.



12 Temmuz 2012 Perşembe

Marmaris

Ağustos'ta hayatımda ilk defa Marmaris'e gidiyorum. Yeni bir yere gitmeden önceki klasik araştırmalarım ışığında Marmaris hakkında ilgimi çeken bilgiler şu şekilde oldu;

İlk adı Fiskos'muş.
Barlar sokağındaki shot barları çok sevilirmiş.
Havaalanı Dalaman'daymış. :)
Habire deprem oluyormuş.
Yerli halkının çoğunluğu esmermiş.
Bodrum gibi onun da bir kalesi varmış.
Oğlağı, votkası ve rusu meşhurmuş.
Armutalan, İçmeler ve Uzunyalı gibi bir çok koyları mevcutmuş.
Sokakları pek ciciymiş.
Tasty Bites isimli Türkiye'nin en güzel kumpircisi buradaymış.
 Marmaris'in ünlü çam balı varmış.
Gece hayatı türk kadınları için leş, türk erkekleri için ise cennet imiş.
İstanbul'da her yerde olan Marmaris Büfe Marmaris'te bulunmuyormuş.
(En çok ilgimi çeken bu madde oldu :))

Yukarıdaki şu iki görüntüden şimdiden yeterince ısındım aslında.
Bir de şşş faktörünün etkisi var tabii ...
Dönüşümde olumlu / olumsuz izlenimlerim ile karşınızda olacağım, sevgiler.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Küçük Şeylerle Mutlu Olan Minik Elif

Sabahları vapurla işe gitmeye başladım. Ya ne güzel ne keyifli bir olaymış bu.. Hemen ritüelimi geliştirdim bile. Bir kere bu sayede yarım saat daha fazla uyuyabiliyorum artık. Yani uyanış saatim 06:00'dan 06:30'a terfi etti..Yarım saat deyip geçmeyin, o altıda çalan saati yarım saat ertelemenin hazzı çok az şeyde vardır. Kadıköy vapur iskelesinin yanındaki süper tost yapan büfeden tostumu ve sıkma portakal suyumu alıyorum, vapurun dış kenarına oturuyorum. Kulağımda müziğim, elimde tostum, diğer elimde Hürriyet açık telefonum, biraz gazete biraz manzara, mutlu ve püfür püfür geliyorum vapurumla.

Tek gerçekleştiremediğim vapur fantezim ise bu esnada ayaklarımı denizin içine sokabilmek. Yukarıda görülebileceği üzere bunu gerçekleştirebilmek için bacaklarımın iki metre falan daha uzun olması gerekiyor sanırım...Napalım, bu kadarı da güzel : )

6 Temmuz 2012 Cuma

Accessories Organizer


Bir süredir takılarımı nasıl düzenli bir halde muhafaza edebileceğim ve aynı zamanda şık bir görüntü yakalayabileceğimi düşünüyorum.
Aşağıdaki örnekler benim çok hoşuma gitti, hem de gayet kolay yapılabilirler.

 










3 Temmuz 2012 Salı

The Best Margarita Ever!


En güzel margarita tarifi için buyrun;
1 kişilik

1 tekila bardağı : 1 ölçü

1 ölçü cointreau
1 ölçü lime suyu (yoksa normal limon da olur)
1 ölçü tekila

Herşey eşit yani.. Hepsini büyük buzlar ile bir güzel shake ediyoruz; kenarlarını önce limon ile yapışkan hale getirip tuz sürdüğümüz margarita bardağımıza servis ediyoruz.